6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.189/2’ye göre: “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz”. Aynı doğrultuda Anayasanın 38. maddesinin altıncı fıkrasında da kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği düzenlenmiştir. Burada kanun koyucu tarafından hukuka aykırı delillerin değerlendirilemeyeceği açıkça belirtilmiş olmasına rağmen uygulamada ve Yargıtay kararlarında hukuka aykırı delillerin somut olayın şartlarına göre değerlendirilerek bazı durumlarda delil olarak kabul edilebildiğini görmekteyiz. Boşanma davaları, kişilerin özel yaşamlarını yakından ilgilendiren davalar olduğundan, davalarda tarafların iddiaları ve ispat edilmesi gereken vakıalar genellikle özel hayatın kapsamı içerisinde kalmaktadır. Bu yüzden özellikle boşanma davaları yönünden Yargıtay’ın daha esnek bir tutum sergilediği görülmektedir.
Örneğin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 25.09.2002 tarih ve E. 2002/2-617 K. 2002/648 sayılı kararında, eşlerden birinin tuttuğu günlüğün diğer eş tarafından delil olarak kullanılabileceği kabul edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bu kararını; boşanma davasının zaten kişilerin özel yaşamını ilgilendiren bir dava olması nedeniyle, kocanın yatak odasında bir dolabın içinde ya da yatağın altında kadın tarafından saklanan bir not defterini ele geçirmesinin, bu mekanın eşlerin müşterek yaşamlarını sürdürdükleri bir yer olduğu için kadının gizli mekanı olarak kabul edilemeyeceğine dayandırmıştır.
“Diğer taraftan özel hayatın gizli alanları, özel hayatın gizli alanını ilgilendiren delillerle ispat edilebilir. Nasıl ki, kadın başka bir erkekle müşterek hanedeki yatak odasında sevişirken koca tarafından kapı kırılarak içeri girilmesinde hukuka aykırılıktan söz edilemezse, ortak yaşanan evde bulundurulan not defterinin elde edilmesi de hukuka aykırı olarak değerlendirilemez. Eşlerin evliliğin devamı süresince birbirlerine sadık kalmaları yasal bir zorunluluktur. Kadının bu konulardaki özel yaşamı, evlilik ile bir araya geldiği hayat arkadaşı kocayı da en az kadın kadar ilgilendirmektedir. Bu nedenle de davalıya ait hatıra defterinin delil olarak değerlendirilmesinde kuşkuya düşmemek gerekir.” şeklinde hüküm kurmuştur.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2007/17220 Esas, 2008/13614 Karar ve 20.10.2008 tarihli ilamında ise: “…Sunulan delil, eşlerin birlikte yaşadıkları konutta, davalının bilgisi dışında koca tarafından hazırlanan bir sistemle elde edilmiştir. Yapılan bilirkişi incelemesi sonucu, (CD)’deki ses kayıtlarının, orjinal olduğu, üzerinde ekleme, çıkarma, kesinti ve kopyalama bulunmadığı tesbit edilmiştir. Davalı-davacı, kayıt altına alınan konuşmaların kendisine ait olmadığına ilişkin bir iddia ileri sürmemekte, bu delilin özel hayatının gizliliği ihlal edilerek elde edildiğini belirterek karşı çıkmaktadır. (…), evlilik birliğinde eşlerin, evliliğin devamı süresince birbirlerine sadık kalmaları da yasal bir zorunluluktur. ( TMK.m.185/3 ) Eşlerden birinin, bu alana ilişkin özel yaşamı, evlilikle biraraya geldiği ve birlikte yaşadığı hayat arkadaşı olan diğer eşi de en az kendisininki kadar yakından ilgilendirir. O nedenle, evlilikte, evlilik birliğine ilişkin yasal yükümlülükler alanı, eşlerin her birinin özel yaşam alanı olmayıp, aile yaşamı alanıdır. Bu alanla ilgili de eşlerin tek tek özel yaşamlarının değil bütün olarak aile yaşamının gizliliği ve dokunulmazlığı önem ve öncelik taşır. Bu bakımdan evliliğin yasal yükümlülükler alanı, diğer eş için dokunulmaz değildir. Bu nedenle, eşinin sadakatinden kuşkulanan davacı-davalının, birlikte yaşadıkları her ikisinin de ortak mekanı olan konutta, eşinin bilgisi dışında ses kayıt cihazı yerleştirerek, eşinin aleni olmayan konuşmalarını kaydetmesinde bu suretle sadakat yükümlülüğü ile bağdaşmayan davranışlarını tesbit etmesinde özel hayatın gizliliğinin ihlalinden söz edilemez ve hukuka aykırılık bulunduğu kabul olunamaz…” denilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2011/2-703 Esas, 2012/70 Karar ve 15.2.2012 tarihli kararı ise: “…Bir delilin mahkemece kabul edilebilmesi için, gerek öğretide yer alan ağırlıklı görüş, gerekse de H.G.K. Kararlarında ortaya konulan ölçüt; o delilin usulsüz olarak yaratılmamış olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesidir. Vurgulanmalıdır ki, bir delilin usulsüz olarak elde edilmesi ayrı, usulsüz olarak yaratılması ayrı bir olaydır. Usulsüz olarak elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü olanaklı değildir. Somut olaya gelince; Mahkemece, hükme esas alınan CD, davalı kadının rızası dışında kaydedildiği gibi sırf boşanma davasında delil olarak kullanılmak amacıyla bir kurgu sonucu oluşturulmuştur. O halde bu şekilde oluşturulmakla usulsüz olarak yaratılmış bu delilin hükme esas alınması mümkün değildir…” şeklindedir. Böylece eşin rızası olmaksızın davada delil olarak kullanılmak üzere kurgu sonucu hazırlanan bir video kaydının delil olarak değerlendirilemeyeceği kabul edilmektedir
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi ise 27.03.2017 tarihli bir kararında; davacı kocanın, karısından habersiz şekilde yaptığı ses kayıtlarına dayanarak açtığı boşanma davasında, habersiz yapılan ses kaydının, kadının özel hayatının gizliliğini ihlal ettiğine ve söz konusu kayıtların hukuka aykırı yolla elde edilmesi nedeni ile kullanılamayacağına hükmetmiştir.
Sonuç olarak, boşanma davalarının niteliği göz önünde bulundurularak, ani gelişen bir husus varsa ve daha sonra başka türlü delil elde edilebilme imkanı yoksa bu durumda korunmaya değer menfaat ile zarar gören menfaat arasında bir denge kurulması gerekmektedir. Aksi halde kişinin başkaca delillerle de ispat edebileceği anlaşılırsa ya da korunmaya değer menfaat ile zarar gören menfaat arasında bir orantısızlık mevcutsa bu durumda kanaatimizce ilgili delilin hukuka uygun olmadığı yönünde değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Av. Mücahit Tayfun MANDIRA & Av. Osman Berk KOCAOĞLU